Nar Bayramı -ekim 2013-

Dalından aldım bir tane, eve geldim bin tane; bilin bakalım bu nedir?

1-ekim-13

Sevgili tatlı cadımız zor geçen iki yılın ardından rahatlamış ve dallarını 22 narla süslemişti. Bayrama yetiştirdi hazırlıklarını; kızardı, tatlandı, şeker gibi bir şey oldu. Bundan böyle ekim ayı ortası “Nar Bayramı”dır bizim için. Bayram tatili boyunca her gün birini koparıp afiyetle yedik. Tatlı mı tatlı.

2-ekim-13

Son gün ise içlerinden birini parçalara bölerek, birini de dalında bırakarak kuşlarla, börtü böcekle paylaştıktan sonra geri kalanları da toplayarak, her gün birini yemek üzere döndük şehre. Sepetin en iri narını ise merak edip tarttık, 466 gr geldi. Neredeyse yarım kilo. Devedişi çeşidi için yerinde bir ağırlık.

Narla başlayıp narla biten bir tatil olduysa da bu tatil, arada başka işler yapmadık veya başka şeyler olmadı değil. Bayramdan dolayı en rahat tatilimizdi bu. İlk bayram ziyaretlerimiz de oldu, işin aslı bayram vesilesiyle ilk ziyaretçilerimiz de gelmeye başladı artık. Her ne kadar evin içi misafir ağırlamaya uygun değilse de zaten hava güzeldi ve bahçede oturduk, daha iyi oldu. Artık evimizin gerçek bir ev olduğu hissini tattık. Başkalarının bunu kabul etmesi ve ziyarete gelmesi daha önce tahmin edemeyeceğim, aklıma gelmeyecek bir keyif yaşattı bize. Köyden gelenlerin akabinde biz de gittik ziyaretlere. Dolayısıyla yapılması gereken pek çok işi bir sonraki gelişimize erteledik; yalnızca en gerekli bulduklarımızı yaptık…

3-ekim-13

Gerekli olanlar malum; ekim-dikim işleri. Şimdiye kadar bu işlerin kazmalı kürekli kısmı hep bana düşmüştü. Kısa zaman önce bana “dur biraz!” diyen bel rahatsızlığımdan dolayı iş bölümü değişiverdi. Taşlıbahçe’nin hanımı önce kazmayla başladı işe, derken çok geçmeden koca bir taşa denk geldi. Başladı düşünmeye, biraz daha düşündü, sonra arkeolojik bir kazı başladı; fırça olsa onu da kullanırdı gibi geldi bana.

4-ekim-13

Bir süre sonra bu taşın değerli bir buluntu olmadığı mı anlaşıldı nedir, bu işin böyle olmayacağı belli oldu. Küskü demiri işi devraldı ve her şey yoluna girdi, taş çukurdan çıkarıldı.

5-ekim-13

Her şey onun içindi. İki buçuk yaşını doldurmuş minik iğde. Yediğim lezzetli iğdelerden birinin çekirdeğinden yetişti. Kardeşi daha önce daha aşağıya dikilmişti. Bir kardeşleri daha var, o da başka bir zaman toprak anasına kavuşacak. Eşim iğdeyi pek sevmez, aslında hiç sevmez ama bunun meyvelerini yiyeceğini söyledi. Zamanı gelince görürüz…

İğdenin dikiminden sonra sıkıntısı belli olan hava aniden değişmeye, ağırlaşmaya, üstümüze üstümüze gelmeye başladı…

6-ekim-13

Arkasından gümbürtüler koptu, dağlar titredi, gökyüzünün rahmeti yeryüzüne indi. Gökle yerin düğünü bu. Sonraki bir iki saat içinde öyle güzel hallere girdiler ki burada yer vermek yerine ayrı bir yazıda anlatmak istedim; bir sonraki yazıya ayırdım bu şöleni.

Gece lodosa çeviren fırtına şiddetini arttırınca uyku da hayal oldu. Pencerelerden ve çatıdan içeriye giren yağmur sularıyla uğraştık. Yerler silindi, leğenler, kovalar konuldu; çatıcı ve marangoz güzel güzel anıldı.

7-ekim-13
Ertesi gün ise gök rahatlamış, yer rahatlamış, her yer aydınlık, pırıl pırıl. Evin mutfak tarafındaki küçük alanı başlangıçta ot bahçesi olarak düşünmüşken her yanın taş setlerle dolmasıyla bu görüntüyü yumuşatmak için acaba herdem yeşil çalı ve ağaççıklar mı diksem diye de düşünmüştüm. Karar verememiştik ama eylülde roka, tere, dereotu, ıspanak tohumları atmıştık. Eylül sonundaki geç kalan yağmurun ardından başlarını topraktan ilk çıkaranlar bu minik rokalar olmuş.

8-ekim-13

Havalar kuru gidince tohumları serptikten sonra sulama yapmamıştık, yağmur gelmezse suyla birlikte filizlenenler kurur diye. Ama öylece atılan tohumların başka canlılarca yenilmesi riskine karşı en iyisi tohum topu yapmak ise de öyle yapmayıp yoğun tohumlamayla işi halletme yoluna gitmiştik. Sonuç bu oldu: Sıkış tıkış roka kalabalığı. Gayet güzel görünüyor görünmesine de bu sıklıkta güçlü bir şekilde büyümeleri mümkün değil. Yaprak toplamak yerine kökleyerek seyreltme yapmak en iyisi olacak dedik. Bu küçük hallerinde bile öyle belirgin bir roka kokuları, tatları var ki, büyümelerini beklemeden sıkışıklıklarını da bahane ederek bir roka salatası yapıp afiyetle yedik.

9-ekim-13

Aynı alanın sınır tarafına İstanbul’da tohumdan yetiştirdiğim defnelerden birini daha diktik. Daha doğrusu yine Taşlıbahçe’nin hanımı dikti. Aynı şey sonraki “diktik” fiilleri için de geçerli. Bu durumda zor iş bana kaldı: Fotoğrafçılık. Bu arada, defneyle birlikte, hem görüntüyü yumuşatma amacını, rokalarla birlikte de ot bahçesi düşüncesinin bir karmasını yapmış olduk.

10-ekim-13

Hiç beklemediğim bir yerde, aşağıda bir fidanlıkta karşımıza çıktı bu güzellik. Siyah meyveli mersin. Geçtiğimiz ay diktiğimiz eski bir dost olan beyaz meyveli mersinin yanına komşu geldi.

11-ekim-13

Hemen arkalarına da bir hurma diktik; mersinle aynı fidanlıktan aldık onu da. Nem ihtiyacı fazla olduğundan şimdiye kadar dikmemiştim ancak artık yerleşme zamanımız geliyor; baharda dikeceğim sebze fidelerinin bakımını nasıl yapacaksam onunkini de öyle yaparım. Sıcaklar başladığında belki birinden yardım alırım, belki iki haftada bir giderim? Henüz nasıl yapacağımı bilmiyorum ama önümüzdeki haziran ayında bu işler bir şekilde yapılacak.

Bu arada fotoğrafta bir ay önce ekilen arpacık soğanların yaprakları da görünüyor. Sağ üst köşede de yine yeni diktiğimiz kırmızı çiçekli zakkumun alt kısmı görünüyor.

12-ekim-13

Biraz daha geriye çekildiğimizde de iki biberiyeyle birlikte komşuluklar pekişiyor. Biberiyeler merdiven yanındaki duvarın üzerinden büyürlerken mersinler birbirine karışarak biraz boylanacak, zakkum biraz nara biraz eve, biraz da öne doğru serpilecek; koyu renkli yapraklarıyla hurma ise hepsinin arkasından ve üzerinden kol kanat gerecek; konum itibariyle güneşlerini de pek kesmeyecek. Sonrasındaysa sapsarı yapraklarıyla sonbaharı getirecek ve dökülen yapraklardan sonra da kızarmış meyveleriyle bir süre daha gönülleri fethedecek.

13-ekim-13
Dikilen fidanların yakınına oturup, güneşin, suyun ve zamanın katmerleyeceği bu güzel hayallere dalarken, bunları düşünürken, konuşurken kahvemiz de kıvamını bulmaya, köpüklenmeye başlamıştı.

Yorgunluğa iyi gelir kahve. Gerçi bu kez yorgun değildim ama yorgun olmamaya da iyi geliyormuş kahve. Hele böyle közde olanı…

Taşlıbahçe’nin hanımı ve kaynanası elele vermiş çalışırken ben üzerime düşen fotoğrafçılığı da pek beceremediğimi yeni fark ediyorum. Yapılan daha başka işlerin fotoğrafı yok. Evin önündeki setin duvar tarafına boyluboyunca arpacık soğanı ve bakla ekildi. Çapalanıp taşlar temizlendi, biraz gübreyle karılıp ekim yapıldı. Geçici bir ekim alanı oldu burası. Sonrasında biberiye, lavanta ve benzeri çalılar dikilecek buraya. Birkaç ta sabırlığı aynı amaçla diktik zaten, yeşil bir korkuluk hattı niyetiyle.

14-ekim-13

Dikilen üç sabırlık, başka bir köydeki bir inşaat alanından sökülen sabırlığın yavruları. Önündeki bambul otu (Heliotropium europeanum) ise buranın yerlilerinden. Tüm yaz boyunca damla su olmadan beton gibi sertleşmiş toprakta şirin çiçeklerini açıp durdular, hala bu işe devam ediyorlar…

Ve böyle geçti bayram tatilimiz. Kasım ayında bir haftalığına geliyoruz yeniden. Ama öncesinde dumanlı dağlarla ilgili yazıyı da eklemiş olurum çok geçmeden…

Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

4 Responses to Nar Bayramı -ekim 2013-

  1. Emel Çelik dedi ki:

    Gökle yerin düğünü 🙂

  2. taslibahce dedi ki:

    asmalıtepe
    Submitted on 2014/06/09 at 17:44

    Sayın Taşlıbahçe çok güzel ilerliyorsunuz; fidan dikimleri, yeşiller, narlar harikulade. Hele de güzel gelinler, kaynanalarla birlikte emekler veriyorsa Taşlıbahçe’nin güzelliğinden geçilmez. Daha neler olacak neler…

    Sayın Asmalıtepe, yorumunuzu ilk yazıdan buraya aldım, çok teşekkürler samimiyetinize.
    Gelin kaynana, belimdeki rahatsızlıktan dolayı beraberce çok işler yaptılar; gördüğünüz gibi bana da birkaç ay kadar işlerin fotoğrafçılığı kaldı 🙂

    • asmalıtepe dedi ki:

      Geçmiş olsun Sevgili taşlıbahçe aman dikkat edin, üzerinizde kalmasın. En önemli tedavisi hastaya aittir. Az da olsa hareket iyidir. otururken belinizi boşa getirmeyin,gömülen koltuklarda oturmayın,terleyip ceryanda kalmayın, eğilerek bir ağırlık kaldırmayın. Hepsi bu bunlara dikkat ederseniz çabuk geçirirsiniz.
      Şimdi hatırladım rahatsızlığınız geçmşe dair. Geçmiştir dilerim. geri gelmemesi için de aynı hususlara dikkat etmelisiniz.
      Hanımlara da aferin sizin bu güzel çabanızı paylaşıyorlar.

      • taslibahce dedi ki:

        Sağ olun, geçti, biraz daha güçlendirirsem eski performansla işlere devam edebilirim veya tempoyu düşürmek daha iyi. Bu rahatsızlık zaten bir çeşit “dur, dinlen” demekti 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s