-Eylül 2010- Ağır, Daha Ağır, Daha da Ağır…

evçizim

Köyde başlayarak İstanbul’da devam ettiğim ev planları bir hayli çeşitlendi. İlk olarak 25 m2 oturumu olan yarı bodrum üzerine tek kat, sonra buraya eklemediğim 40 m2, 50 m2 oturum farkıyla aynı planın çeşitlemeleri.
2
Bir ara abartarak, bodrum ve iki kat hakkımı kullanırsam ne olur diye 45 m2 oturumlu bodrum ve iki kat! Tamamı taş.

Untitled-2 copy

Sonra bodrum ve ilk kat taş, üst kat bağdadi sistem. Sağda ise aynı planın pencere sayısı azaltılmış halleri.

5

6

Daha da sonra bodrumu yok ederek tamamı taş olan iki kat ve en sonunda ise aynı fikrin daha büyük planlı son hali. Kararımız bu oldu. 60 m2 oturumlu, iki katlı taş ev. Nereden nereye. Tek göz bir yuvadan, bildiğimiz klasik bir taş eve. Çünkü: Bir kere yapılacak, misafir gelecek, sürekli yaşanacak, çocuk planları da var… Hayatın çünküleri ne de kolay giriyor her yere, bazen açıkça, bazen usul usul, fark etmeden, sezdirmeden.

Karar verildi, çizimleri (kat planları da dahil) ölçekli olarak yaptım ve mimara verdim. Ve sıra geldi taş bulmaya. Evet ama nereden? En iyisi araziden çıkan olurdu. Her ne kadar taşlık, kayalık bir arazi de olsa buradaki kayalar maalesef uygun değil. Bol demir içerikli, yer yer mermerimsi damarlı, güneş gördüğünde parçalanma eğilimli. Bir ev için uygun olan taşlar sıralansa sonlarda bir yerde olacakları kesin.

Köyün eski taş evlerine baktığımda ise çok damarlı ve mermer benzeri taşlar görüyorum; yontmaya hiçbir şekilde uygun değiller. Bahsettiğim bu evler, taşların bu yapılarından dolayı yontulmadan kullanıldıkları, yükseklikleri 2 metreyi pek geçmeyen yapılar halindeler. İki katlı bir ev için uygun olmadığını düşünmemizin bir nedeni de bu. Maalesef bizi daha yüksek bir ev yapmaya zorlayan önemli bir neden var. Arazinin en üst kotu aynı zamanda en dar ve en eğimli yeri; dolayısıyla yola ve komşulara uzaklık mesafeleri ve yüksek eğim ev alanını küçük tutmamızı gerektiriyor; dolayısıyla da tek kat yerine iki kat yapmaya karar verdik.

Ustamız Mustafa ve arkadaşım Burhan, uygun taş bulma konusunda yardımcı oldular. En iyisi en yakında olanı, ekolojik bilinç bunu gerektirir ancak yapacağımız bina için yakınlarda uygun taş yok. Oysa malzeme olarak taşı seçmemizin nedeni yakınlardan bulabileceğimizi düşünmemizdi. Küçükkuyu’da yıkılmış olan birkaç taş eve baktık taşları almak için; homojen yapılı ancak kolay ufalanan ve dayanıksız taşlar karşımıza çıktı.

DSCN8432
Gitgide uzaklaşmaya başladık ve ustamızın köyüne gittik. Arazinin batısında bulunan sırtın arkasındaki ovaya bakan bir köy. Köyün tüm evleri kirli pembe tonlarının çoğunlukta olduğu taşlarla yapılmış ama aralarda karalar, griler, yeşiller de var. Tamamıyla yıkılmış bir evin taşlarını sahibiyle anlaşarak oldukça uygun bir fiyata (1900 TL) aldık. Bu taşlar andezit. Volkanik taşlar. Homojenler, yani yontmaya oldukça uygunlar, havadaki ısı değişimlerinden, ışık etkilerinden etkilenmezler, bakım gerektirmezler, sağlamlar, renkleri de harika. Zaten bu özellikleriyle Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler veya Osmanlı’da, en aranılan yapı taşı olmuşlar.

eylül2010

Aynı kamyonla dört kez doldur-boşalt yaptık. Bir yandan kamyon, fosil yakıt vb nedeniyle ekolojik mimari kavramıyla zıtlaşırken diğer yandan aynı malzemeyi ikinci kez kullanacağımız için kendimizi biraz, aslında birazdan daha az rahatlattık; yani neredeyse rahatlatacaktık. Kandırmayalım kendimizi, ekolojik açıdan yanlış bir karar. Bunu kabul ederek taşların özelliklerine devam edeyim: Bu taşların arasında tek tek elle yontulmuş pek çok köşe taşı da vardı. Aldığımız bu taşların tamamı eve yetmeyecekse de köşe taşları binanın köşeleri, pencere-kapı kenarları için yeterli sayıdaydı. İlk iş olarak bu köşe taşlarını ve diğerlerini, evin yapılacağı alanın iki yanına ayırarak yığmak oldu. Arazinin üst kısmı 23 m genişliğinde olduğundan şantiye alanı sıkıntı yaratacak gibi. Ev 10 metre uzunluğunda olacak, dolayısıyla iki yanda yalnızca 6.5 m’lik mesafeler kalacak. Bakalım nasıl olacak?
12
Bu arada eylül ayı incir mevsimi. Ağustosun ikinci haftası erkenci bir çeşitle ballanmaya başlayan incirler eylülde diğer çeşitlerle birlikte mis kokulu bir şölene dönüştürüyorlar ortalığı. Koşuşturmalar içinde bu keyfi doya doya yaşamaktan çok uzağız şimdilik ancak uzak olmayanlar da var. Arazide incirden incire dolaşırken ağaçlardan birinin koca bir dalının kırılmış, yere yatırılmış olduğunu fark ettim. Yanına gittiğimde de bir takım pençe izleri ve tüy parçaları gördüm. Köyün kahvesinde anlattığımda, ayıların incir zamanı dağdan indiklerini söylediler ve başladılar karşılaşma hikayelerine. Az da değildi hani. Birkaç hikaye de bizim toprağın civarından. Dikkatli olmakta fayda var.

Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

6 Responses to -Eylül 2010- Ağır, Daha Ağır, Daha da Ağır…

  1. erol dedi ki:

    karar kıldığınız evin planı burada, yukarıda mı?

  2. taslibahce dedi ki:

    Evet yukarıda.

  3. erol dedi ki:

    ha son çizimler yani. tamamdır
    bir de: her ay için birer yazı bekliyorduk, sanırım birkaç ayda bir yazı konusu birikiyor
    ve ne zaman daha gerisine, ocak 2010’dan gerisine dair yazılar yayınlarsınız, öyle bir beklentiye de girdim ben ilk yazılardan

    • taslibahce dedi ki:

      Erol bey, yazılar toprağa her gidişimizin arkasından yazıldı; dolayısıyla genellikle tatillere ve bazen de belirsiz zamanlara denk geliyorlar. 2010 Ocak’tan önce “geldik, gördük, sevdik” var, 2009 Eylül ve öncesindeki özetle ilgili. Bir de blokların teknik özelliğinden dolayı son yazı en üstte yer aldığından en alttakinden sonra da bir şeyler bekliyor insan, sizin beklentinizin nedeni de bu mu yoksa başka bir şey mi?

  4. erol dedi ki:

    şu notlar, 2009’dan da öncesine dair hikaye var ve bekliyormuş hissi uyandırdı, hepsi “geldik, gördük, sevdik’ten” :
    “2004 yılı itibariyle de istediklerimi artık yapabilme gücüne eriştiğimi veya şartların olgunlaşmaya başladığını hissetmeye başlamıştım. O sırada…”
    “Bu şekilde birkaç yıl daha geçti. Arkadaşlar dağıldı. …”
    “Bu arada evlendim, çocuk fikri de vardı. Sosyal yaşam bir ihtiyaç ama kafamda oluşan yaşam tipi…”
    “O sırada Cihangir’de yaşıyor, buraları seviyordum; muhabbet güzeldi, dostluklar güzeldi; demlenen çaylarla Cihangir camii bahçesinden İstanbul’u izlemek de güzeldi. Ama, gönlümde yatanın…”
    “körfeze inen güney kısımlar. Aslında 2005 yılında eşimle oraları şöyle bir dolaşmış ancak sevmemiştik. Üstelik Toroslar’la karşılaştırıldığında…”

    farkettim ki ne varsa alıntılamışım. sizin de belirttiğiniz gibi bu alıntılarda, “özet”lemişsiniz.
    sizin, “niye?” kısmında niyetiniz açık, tecrübeleriniz hataları engeller, iyi şeylere sebep olur diye hazırladığınız notlar, mümkün olduğunca yapılan işlere odaklı kalacak.
    ancak böyle tutkulu bir iş-gaye bu anlatılarla sınırlı kalınca, biz -uzun ve belirsiz bir süre daha buralara tutsak olanlar da- eksik tada mahkum oluyoruz. esasen tüm bu anlatıları okuyunca, insan ister istemez daha etraflı, kuşatıcı bir öykü beklentisine giriyor. bu sebepler de katılınca 2009 Eylül ve öncesine dair hikayeyi, kendi üzerimizden, kendimizi yerinize koyarak tamamlamaya yöneldik. özendik size…

  5. taslibahce dedi ki:

    Önce “niyet”. Ama içi boşalmış, ağzımıza sakız olmuş niyetten bahsetmiyorum, bilerek, bilmeyerek, gönülden, her an içimizi saran niyet. Sonrasında arayış, antenler açık vaziyette bir süreç; kim ne yapıyor, nerede ne var, alternatif modeller ne? gibi; ve kişinin kendisine, aile yapısına, diğer konumlarına, özelliklerine göre, akla yatan model için uzun veya kısa vadeli karıncalık… Bunlar bizim sürecimizin yapı taşları. İşin genellemesi ama aynı zamanda da özü.
    2009 ‘dan öncesindeki detaylar da tüm bu yapı taşlarını birbirine bağlayan iplikler. Önemsiz demiyorum ve zaten zaman zaman önümüzdeki yazılarda bahis konusu olacaklar. Yukarıda kısa cümlelerle yer alsalar da açılıp detaylanacaklar, bu yüzden şu anda o işe girmiyorum. Hoşça kalın…

taslibahce için bir cevap yazın Cevabı iptal et