Havadis -temmuz 2014-

İşten ve İstanbul’dan ayrılalı, toprağa yerleşeli, dağdan inmeyeli, bilgisayar açmayalı, trafikte kalmayalı bir buçuk ay oldu. Henüz elektrik ve internet yok; dolayısıyla havadisler böyle geç geldi. Düşündüğüm, planladığım işlerin çoğu halloldu, sonraki yazıyı onlara ayırdım. Bu yazıda ise en keyifli işler var: Bahçe işleri.

1-temmuz-14
Soğan çiçekleri, lavantalar ve diğerleri arasında uçuşan kelebekler, arılar arasında geçirilen keyifli anların tadını çıkardık. Havalar bayrama kadar alıştığımızdan serin gitti. Üç beş kez bulutlar toplandıysa da yağmur bırakamadılar; nihayet ağustosun ilk haftası bir saat kesintisiz bir yağmur yağdı da rahatladı hem gök hem de yer. Son on yıldır yaz yağmuru görülmemiş buralarda. Ben de hiç rastlamamıştım. Bu yıl beklenilenin aksine gelişti iklim; bakalım sonraki yıl nasıl olacak, hayırlısı.

2-temmuz-14

Etraf toparlandıktan, üstün körü bir temizlik yapıldıktan, sulanması gerekenler de sulandıktan sonra hasat işlerine başladık. Temmuzun ikinci günü İlk hasadımız buğday oldu. Hani şu on metrekare alana ektiğimiz buğdaylar vardı ya, onlar. Anlaşılacağı üzere orağı elime almamla bırakmam bir oldu.

3-temmuz-14
Karakılçık. Görünüşü diğer hiçbir buğdaya benzemeyen bir garip buğday. Bu bölgede zamanında çok ekilmiş. Bilhassa bulgur yapmak için ekilirlermiş. Artık yok sayılacak kadar azlar. Tohum kaybolmasın diye sağdan soldan bularak tarlalarına eken birkaç kişi sayesinde yok olmaktan kurtuluyorlar. Zamanında bizim toprakta da buğday ekilirmiş.  Toprak beygirlerle sürülür, ürün ellerle hasat edilirmiş. Yirmi yıl sonra çok az miktarda da olsa yeniden gelmiş oldular buraya. Önümüzdeki yıl biraz daha fazla ekmek isterim.

 4-temmuz-14

Biçilen buğdayları çardak alanımızda dövdükten sonra bir rüzgar çıktı ve mini harman yerimizde buğdayla sapını kolayca ayırabildik. Bir kısım başağı ise bereket için bağladık ve astık…


5-temmuz-14
Aslında bir demet değil, birkaç demet yaptık. Tamamını karakılçık sandığımız tohumların içine meğer başka çeşitler de karışıkmış. Onları da ayırdık ve demetledik. Sağda görünen “karakılçık”, ortadaki “sarıbaşak” bu bölgenin en sevilen yerli buğdayı, ekmeği de kendi gibi sarı oluyor. Soldaki ise buranın yerlilerinden olmayan, İç Anadolu’nun bağrında gelişen “kunduru”. Buğday deyip geçtiğimiz, kafamızda tek bir imgede, şekilde tuttuğumuz buğdayların birbirinden farklılığını daha önce görmemiştim. Bunu utanarak yazıyorum. Böyle karakterli, kendilerine münhasır tipleri varmış da ilgilenmemişim, fark etmemişim.

6-temmuz-14

Aynı gün ikinci hasadımız baklalar oldu. Kara kuru bir şey olmuşlar. Ayrı bir yere yığıp dövmeye gerek kalmayacak kadar az olduklarından ellerimizle hallettik işi. İyi de geldi. Böyle basit işlerle uğraşmak kadar insanı dinlendiren şey azdır. Küçük bir dikkat yeterli, gerisi hep aynı, birbiri ardına aynı iş, zorlamayan, diğer yandan küçük bir odaklanma gerektiren, zihni boşaltan işler; bunlar güzel işler.

7-temmuz-14

Temiz olanlarla çok sevdiğimiz el yapımı ahşap kabımızı tepeleme olmasa da doldurduk.

8-temmuz-14

Temiz, yani hastalıksız dediklerime yakından bakış. Daha önce bahsetmiştim, bakla antraknozu denilen mantari bir hastalık küçük bir miktar baklada görülmüştü. Bu miktar sonraki süreçte artmış ve ürünün üçte birini lekelemiş. Alttakiler bu durumda:

9-temmuz-14

Hastalık büyük olasılık tohumlardan geldi; pazarda dolaştığımda civar köylerden gelenlerin sattıkları kuru baklaların hepsinin bu hastalıkla bulaşık olduğunu gördüm. En temiz görünenlerden alıp ektim ancak yine de engelleyemedik. Bu nedenle önümüzdeki ekim zamanında elimdeki temiz baklaları dahi kullanmayı düşünmüyorum veya uygun bir dezenfekte işleminden sonra ekmeyi düşünebilirim. Belki de temiz olanları kullanır ve ekimden hasada geçen sürede kimi önlemler alırım. Şu an bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığımdan biraz araştırma yaptıktan sonra karar vermek daha uygun olacak.

10-temmuz-14

Baklalardan sonra da sıra soğanlara geldi. Arpacık olarak aldığımız soğanları ekim ayında ekmiş, nisan sonunda geldiğimizde çiçek saplarını kırmıştık. Böyle yapmayınca soğanlar çiçeğe, yani tohuma kaçıyor, böyle olunca da alttaki soğanları hem büyümüyor hem de tahta gibi sertleşiyor. Fakat, bizim dönüşümüzün ardından yeniden çiçeğe kaçmış çoğu.

11-temmuz-14

Çiçeklerin üzeri her daim güzel kelebeklerin konaklamasıyla şenleniyor ama bu çiçekler ihtiyacımızın çok üzerinde tohum verecek…

12-temmuz-14

Bir de böyle tuhaf bir soğanımız var, çiçek sapından başka bir soğan ve onun üzerinden de yapraklar çıktı, ilginç bir durum ama bize lazım olan ne çiçekliler, ne de böyle ilginç olanlar; bize lazım olanlar çiçeksizler…

13-temmuz-14

Neyse ki onlardan da vardı ve bize altı hafta boyunca yettiler; beyaz ve tatlı lezzetli soğanlar. Önümüzdeki yıl daha fazlasını tohumlardan yetiştirerek ekmeyi düşünüyoruz.

14-temmuz-14

Biraz da hazırladığımız sebze yataklarına bakalım. Biberler ve patlıcanlar halen ağırdan alıyorlarsa da domatesler büyümüş ve birkaçı da kızarmaya başlamıştı. Temmuz ayının başındaki halleri böyleydi. Bazıları ahtapot gibi olmuş ve yataktan yürüme yollarına taşarak toplanmaya elvermeyecek hallere bürünmüştü. Bu durumda olanların her dalını sırığa almak gerekti. Başından beri burada olsaydık daha düzenli bir sırık sistemi yapabilirdik ancak iş işten geçmiş. Dolayısıyla burada fotoğrafı olmasa da sağda solda, bir orada bir burada pek çok sırık kullandık.

14b-temmuz-14

Dikimden sonra hiç müdahale edilmediğinden bir cangıl haline gelmişti yataklar. Derin gölgelerde kızarmaya başlayan domateslerin kırmızılığı bizi çekiyorsa da üzerine ağını ören örümceğin varlığı dokunarak değil, bakarak sevin diyordu. Açıkçası fazla bir müdahalede bulunmadık. Yabani otların bir kısmını aldık bir kısmını bıraktık. Zaman içinde de böyle yapmaya, yatağın doğal çeşitliliğini korumaya devam ettik.

14c-temmuz-14

Örümceklere ve diğer yararlı bildiğimiz böceklere hiç dokunmadığımız gibi bilmediklerimize ve zararlı olduğunu bildiklerimize de dokunmadık. Zararın boyutunu görmek istiyorum. Civarımızda var olan doğal hayatın ve dengenin, ki bu büyük avantaj,  bizim bahçede nasıl çalışacağını merak ediyorum. Üç hafta kadar önce nar ağacı yaprak bitleri tarafından istila edildi. Her yaprak, her meyve bu böceklerle, onlardan faydalanan karıncalarla ve tatlı ballarına gelen sineklerle doldu, kaynadı.  Bir süre uğur böceği gibi bit avcıları gelir sandım, gelmedi; arkasından sarımsaklı, acı biberli, Arap sabunlu bir karışım yapıp püskürtmeye karar verdim vermesine de uygulamaktan vazgeçtim. Birbirini haberdar etmiş gibi onlarca uğur böceği buraya geldi ve nar ağacında konaklamaya başladılar. Bitler günden güne azaldı, neredeyse yok oldu. Uğur böceklerinin büyük bir kısmı ise hala ağacı yurt edinmiş halde oradalar.

14d-temmuz-14

Su yetersizliğinden veya sıcak havalardan dolayı toprakta olsa dahi meyvelere ulaşamayan kalsiyumun eksikliğinden kaynaklanan ve “çiçek burnu çürüklüğü” denilen (buralarda karagöt diyorlar) bu hastalık yalnızca sırıklara bağlanan domateslerde az miktarda da olsa görüldü. Engellemenin basit ve organik tarım çerçevesinde kabul edilen yolları varsa da, onları da bu yıl uygulamıyorum. Maksat olabildiğince az müdahale ile yetiştirilen sebzelerin bu coğrafyada, bu toprakta, bu iklimde, bu yıl, şu miktarda suyla sulandığında zararın, zararlıların, faydanın, faydalıların neler olduğunu görmek. Bunları gördükten sonra nabza göre şerbet vermek daha kolay olacak. Söz gelimi çiçek burnu çürüklüğünün yalnızca sırıktaki domateslerde olması bana ya sırığa almamamı, ya kalsiyumlu eriyiklerle bilhassa sırıklara bağlanan dallara yapraktan besleme yapmamı, sulamayı da bir miktar arttırmamı söylüyor. Sezon bitip gözlemlerim sonlandığında önümü daha net görebileceğim.

Sulamadan da bahsetmişken bu konuda da sınırları görmek istedim. Birkaç deneme yaptıktan sonra üstteki yatağa (70 cm x 7 m) haftada bir 150 lt, alttaki yatağa ise (1 m x 7 m) 200 lt su vermeye devam ediyorum. Mevsim normallerinde susuz geçen 10. günde bazı domateslerde yaprak kıvrıklığı oluştu; strese sokmamak için bu nedenle sulamayı haftada bire çektim; mevsim normallerinin üzerindeki sıcaklıklarda seyreden bunaltıcı bir haftada ise aynı şey 7. Günde oldu. Bu nedenle de öyle haftalarda beşinci veya altıncı gün sulama yaptık. Yatak haricindeki ekili alanlarımızda ise oradaki bitkilerin türüne göre iki günde bir, üç günde bir, dört günde bir sulamalar yaptık. Bir de iyice suyu kıstığım, farklı yerlere, farklı hazırlıklarla dikilmiş sebzeler vardı, kimi ölmeye yaklaştı, kiminde de sağlıklı ve güçlü görünmelerine rağmen meyve yok…  Denemeler sonraki zamanlarda da muhtemelen devam eder ama bu yıl haliyle daha fazla oluyor.

15-temmuz-14

Burada da yatakların dışında ekilen ancak aynı miktarda ve zamanda sulanmış domateslere bir örnek var. Üzerlerinde hiç domates yok. Çiçek açıp dursalar da meyveye dönemiyorlar. Onlar merakımızın ve deneyimizin zorluğunu çekiyorlar. Topraklarını derince işleyerek gübreyle karıştırmış ve yataklardakiler gibi hem EM-A, hem de mikorizalarla aşılamıştık ancak sularını yataklardakilerle aynı miktarda almalarının sonucu ortada. Gelişimleri zayıf ve meyve tutumu yok. Bu şekilde dört kök domates var ve hepsi aynı durumda.

Yataklardan birinin bir ucuna aynı yöntemle diktiğimiz domatesler ise yataklardakilerle aynı durumda; anlaşılan oranın avantajlarından yararlanıyorlar. Çıkardığımız sonuç şu: çukur kültür diyerek isimlendirdiğimiz ve denediğimiz yatakların suyu emme ve bünyelerinde tutuma özellikleri mükemmel çalışıyor. Böylece kurak, yani su sıkıntısı olan bölgelere rahatlıkla önerebileceğimiz bir sistem olarak kendini kanıtlamış oldu.

16-temmuzz-14

Sonuç böyle, diğerleri meyvesizken yataktakiler bu durumda. Bu çeşit, Alakır’dan gelen yerlilerden biri. Etli bir domates. Genellikle uzun ve altları sivri bitse de bazen irileşiyor ve kabak gibi dilimli, eğri büğrü olabiliyor.

17-temmuz-14

Pembelerin durumu da iyi. Bazıları dilimli iken bazıları da top gibi yuvarlak, bazıları da fotoğraftaki gibi hafif basık.

18-temmuz-14

Ampul veya armut formlu minikler de iyi durumda. Temmuz başında hangisinin sarı, hangisinin kırmızı olduğu belli değildi; sonradan ilk olarak kırmızılar, ardından da sarılar renklendi. Kiraz domatesler ise kırmızı armut domateslerin hemen ardından kızardılar ama burada fotoğrafları yok.

19-temmuz-14

Enginarlardan biri ise sürpriz yaptı. Son geldiğimizde, yani nisan sonu, mayıs başında henüz yerde bir karış boyuyla dururken birden boylanmış ve tomurcuklanmış. Bunlar üstteki yataktan, kasım ayında ektiklerimizden. Alttaki yatağa ve yanındaki küçük yatağa şubatta ektiklerimiz ise henüz küçükler, doğal olarak çiçek tomurcukları da yok.

20-temmuz-14

Üstteki yatağın genel görünüşü de yine temmuz başında böyleydi. Sonra bir hayli değişti. Domateslerin kimi sırığa bağlandı, kimi arkadaki odunlara tutturuldu, sağ yanda bir metreyi bulmayan yerelmaları ise bir ay sonra iki metreye ulaştı, uzamaya devam ediyor.

21-temmuz-14

Yine ilk günlerde çiçeklerden ve yapraklardan ibaret kabaklarımızdan bir örnek. Onlar yatakların dışında ekildi. Zaman içinde de böyle yapmakla ne iyi ettiğimizi anladık. İstedikleri yere gitmede, kimi zaman tırmanmada, kimi zaman aşağıya sarkmada, kimi zamanda sağa sola yayılmada onları geçecek başka bir sebzemiz yok.

22-temmuz-14

Daha ilk günlerde pek çok kabak meyve bağladı ancak parmak boyuna erişemeden sararıp döküldüler. Bu böyle bir haftadan fazla devam etti…

23-temmuz-14

…Sonrasındaysa her çıkan büyüdü de büyüdü. Bir iki gün fark etmesek iki karış oluverdiler.

24-temmuz-14

Helvacı kabağı da ilk tutanlardan oldu. Yeşil iken yazlık yemeklik kabak, sonrasındaysa, yani turuncuya dönüp güz hasadı yapıldığında da kışlık bal kabağı olarak kullanılıyormuş. Kendini ilk göstereni temmuzun ikinci haftasında 30 santime ulaşmış, sonrasında da 45 santimde durarak temmuz sonunda turuncuya dönmeye başlamıştı. Bu arada da kollarını sağa sola uzatmış, duvarlardan bazısına tırmanmış bazısından da sarkmış ve her gittiği yerde yeni meyveler bağlamıştı.

25-temmuz-14

Her meyve de kendine has bir şekil aldı. Kimi silindirik oldu, kimi toparlak başlayıp sonradan inceldi, kimiyse ince başlayıp sonradan şişkinleşti.

26-temmuz-14

Bu ufaklık ise fideden yetiştirmediğim bir balkabağı. Buranın pazarında gördüğüm, tatlısını yiyip beğendiğim ince kabuklu, iri, gri renkli, üzeri hafiften ağsı dokularla kabartılı yerli bir kabaktan aldığım tohumlardan çıktı. Ocak sonunda tohumları toprağa ekmiştim, havalar iyice ısınınca çıkmışlar. Yan yana olduklarından yalnızca birini bırakıp diğerlerini söktüm.  Fotoğraf temmuz başından. Bir ay boyunca büyüdü, çiçek açıp durdu ancak ilk meyvesini ağustosun ilk günü verdi. Bakalım bu meyvesini büyütebilecek mi, sıcaklar geçene kadar yetiştirebilecek mi; merakla ve heyecanla bekliyoruz.

27-temmuz-14
Bu ise fide olarak yetiştirdiğim bir balkabağı. Belinden kemerle sıkılmış bir hali var. Temmuzun ikinci haftası meyve tutmaya başladı, sonrasında da güzel renklere büründü.

28-temmuz-14

Temmuz sonundaki bu haliyle balkabağından çok süs kabağına benziyor; gerçi kabakları ne şekilde kullanacağımızı biraz da boyutları belirliyor; küçükse ve şirinse süs kabağı oluyor, büyükse afiyetle yeniyor. Şu an çapı 15 santim kadar; bekliyoruz, bakalım daha ne kadar büyüyecek.

29-temmuz-14

Bu ise nazlı kızımız acur. Üç hafta boyunca hiç meyve bağlamadan çiçeklendi durdu. Bu işin sorumlusu ise kendinden çok komşusu kabak.  Aslında aralarında bir buçuk metre mesafe vardı ama kaba saba, atik, gözü pek yaradılışlı kabak, zavallı narin ve ince yapılı, kendi halinde ve hızında bir şeyleri yapmaya çalışan nazik acuru kısa zamanda koca yapraklarıyla örttü.  Ne yapsın, çiçeklene çiçeklene gölgesinden kaçmaya uğraştı durdu. O kaçtı kabak ona yetişti, o öbür yana da kaçayım deyip bir dal daha uzattı, öbürü geldi orada da buldu onu.  En sonunda dayanamayarak kabağın bir iki dalını aldım ve başka bir yöne götürdüm; böylece rahatladı ve hemen arkasından nur topu gibi bir meyve bağladı:

30-temmuz-14

Bildiğimiz acurlardan farklı ama biz onu böyle de sevdik ta ki tadına bakana kadar; zehir gibi acıydı. Sonraki meyveler geldiğinde bu formun ve tadının çeşit özelliği olup olmadığını anlarız.

Kabaklarla ve acurlarla aynı aileden olan kavun ve karpuzlarımızın ise fotoğraflarını çekmeyi unutmuşum. Henüz elma büyüklüğündeler. Onlar da geç kaldı. Suçlusu benim. Tohumları hem geç ektim, hem de kabaklarla aynı viyolde olduklarından dışarıya beraberce henüz erkenken çıkardım. Aynı hatayı biber ve patlıcanlar için de yaptım. Onların fotoğrafları var, birazdan sıraları geliyor ama önce sevimli çileklere de bir bakalım:

31-temmuz-14

İstanbul Alibeyköy’den komşumuz olan bir teyze gençliğinde başka bir komşusundan almış, o günden bu yana, altmış yıldır bahçesinde yetiştiriyormuş. Bize de iki kök verdi; yarı kuytu, yarı güneşli bir yere diktik, hemen arkasından da önce çiçeklendiler, sonra da çileklendiler.

32-temmuz-14

Aroması güzel, küçük bir çeşit. Kokusu da mis gibi. Verimi nasıl olur zaman içinde görürüz.

33-temmuz-14

Hep bizim ektiklerimize baktık durduk. Onlara yine geliriz birazdan ama önce şu eriklere bakalım. Küçük bahçedeki üç erikten birinin meyveleri. Sarı olanı da temmuz başlarında meyvedeydi, sonra zamanı geçti. Bu erik ise temmuz boyunca haftada bir böyle koca bir kase dolusu erik verdi. Bir de çakal eriği var ki limonla yarışır, cesaret edip toplayamadık; ağustos ortalarında iyice olgunlaşınca toplarız.

34-temmuz-14

Temmuzun birinci haftası biterken ilk domates hasadımızı da yapmış olduk. Hem de üç adet. Armut formlu kırmızılar ilk olgunlaşanlardan oldu. Yememiz ise oldukça uzun sürdü; önce her birini dörde böldük, her dilimi kokladık, kokusuna onay verdik, ardından küçük lokmalarla yedik, yine her dilimi onayladıktan sonra bir diğerine geçebildik.

35-temmuz-14

Ertesi gün domates hasadı iki taneye düşerken enginar ve rokalar tabağımızı utandırmadı. Rokalar geçtiğimiz sonbahar ektiğimiz, baharda tohuma kaçan rokalardan çıkan ikinci nesil. Yaz sıcaklarından mıdır, yoksa tohumdan kendi kendilerine çıktıklarından mıdır bilmem, aromaları, kokuları, tatları sonbahar, kış ve ilkbaharda topladıklarımızdan en az iki kat yoğun. Acılıkları da yerinde. Rokayı roka yapan o acımsı tat ve koku bu bitkide aradığım bir özellik. Toplandıkları vakit dört beş metre öteye kadar yoğun bir koku yayıyorlar, maşallah.

36-temmuz-14

İlk hasadımızdan beş gün sonra bir kiraz domates ve kendini kırmızı sanan bir pembe de olgunlaştı. Biliyorum bu fotoğraflar biraz komik. Görmeyenin bahçesi olmuş, fotoğraflarını çekmiş durmuş. Ama öyle gurur verici ve keyifli bir şey ki, insan kendini alamıyor. Özene bezene bir tabağa koyuyor, ışığını ve arka planını ayarlıyor ve yemeden doymaya başlıyoruz. Muhtemelen önümüzdeki yıl böyle fotoğraflar çekmem, ama şimdi içimden geliyor, hem çekiyor, hem de paylaşıyorum.

37-temmuz-14

Üç gün sonra bu kez büyük ahşap kasemize geçiyoruz. Tam dolmasa da umut vaat ediyor. Göründüğü gibi kervana sarı renkli armut domatesler de katılıyor.  Aralıklarla çektiğim bu hasat fotoğrafları aradakileri göstermiyor. Aslında her gün bir şeyler topluyor ve tüketiyoruz ama birkaç günde bir sayı artıyor, sonra düşüyor sonra katlanarak artıyor, sonra yine biraz düşüyor, sonra yine katlanarak artıyor. Dolayısıyla fotoğraftaki hasatlar günlük hasat olmalarına rağmen ortalama günlük hasadın üzerindeler.

38-temmuz-14

Son fotoğraftan yaklaşık bir hafta sonraysa cümbüşe katılan kabaklar, enginar, roka, biber, etli domatesimiz, pembelerimiz derken kasemiz renkleniyor.

39-temmuz-14

Aynı kaseden bir de yakın plan. Fark edildiği üzere sakız kabaklarımız iki çeşit. Arkadaki kırçıllı olanın yaprakları da diğerine göre daha parçalı ve koyu renkli.

41-temmuz-14

Ağustosun ilk günlerindeyse günlük hasadımız yaklaşık olarak böyle. Helvacı kabakları çoğaldığından birkaçını yemeklik olarak hasada başladık. Bu arada kabakları tüketmek günden güne zorlaşıyor. Evde kabak dolması, kızartması, mücver, kabaklı börek sıklıkla yapılır oldu. Bir iki gün toplamadan, kontrol etmeden bırakmış olsak iki karışlık koca kabaklara dönüyorlar. Oysa yalnızca üç kök sakız kabağı var.

42-temmuz-14

Ve ağustosun ilk haftasının son günü günlük hasadımız. daha önce de yazmıştım, günlük hasatlarımızın ortalamasının üzerinde bir kare. Bir iki gün daha az olacak ama sonra yine bir artışla bu miktarı geçecek ve böyle böyle biraz daha artarak muhtemelen ağustos sonundan itibaren düşüşe geçecek. Bu arada bu hatıra fotoğraflarına fasulyelerin, patlıcanların, mısırların ve belki kavun ve karpuzların, balkabaklarının da katılması heyecanla beklenmekte.

Yine yukarıdaki kareye döner isek ve kabaklarla rokaları da saymaz isek topu topu 12 m2 kadar bir yataktan elde edilenler bunlar. Kabaklar ise daha önce de yazdığım gibi yayılmacı huylarından dolayı yataklardan uzaklara ekildiler. Rokalara da ayrı yerler verdik; büyüyorlar, tohuma kaçıyorlar, yeniden çıkıyorlar ve hatta yaban hayatın içine de yavaş yavaş sokuluyorlar.

Bu ürünler bizim günlük tüketebileceğimiz miktarın üzerinde. Kış hazırlıklarına başlamadık ama bayram derken, tatilden dönenler ve uğrayan arkadaşlar derken paylaştıklarımız çok oldu.

Şimdi hasat fotoğraflarını bırakarak biraz da bu güzelleri dallarında ziyaret edelim:

43-temmuz-14

Etli kırmızılar sıraya girmiş kızarıyorlar. Kızarmadan önce de üst kısımları koyu, altları açık yeşil kırçıllı hallere giriyorlar.

44-temmuz-14

Kırmızıya çalan renkleriyle iki koca pembe. Balkabağına özenmişler gibi büyüyorlar. Birini tohumluk bırakmayı düşündük. Ağırlıkları yarım kiloyu bulmuş olmalı.

45-temmuz-14

Ve gizli hazine. Yeşillerken fark etmedik bile ama pembeleşmeye başladıklarında dur bakalım orda ne var diyerek kaldırdık üstlerindeki yaprakları…

46-temmuz-14

Neler varmış neler…  Burada yirmi dördü görünüyor ama bu kökte toplamda 38 domates saydık. Her biri yapraklar altına saklanmış. Oturak gelişen bu pembeden de tohum almayı düşündük. Çok bereketli çıktı. Tek başına kapladığı alan da bir buçuk m2’yi geçti.

46b-temmuz-14

Aynı öbekten bir de yakın çekim

47-temmuz-14

Etli tatlı biber; aynı görünüşte fakat acı olanı da var;  temmuz ortasından bu yana topluyoruz.

48-temmuz-14

Dolma biberleri de temmuzun son haftası itibariyle toplamaya başladık.

49-temmuz-14

Tatlı sivri biberler ise geç kaldılar, ağustosun ilk haftasında toplamaya yeni başlayabildik

50-temmuz-14

Dil yakanlar da formunda. Temmuzun son haftasından bu yana toplamaya ve kendi kendimizi yakmaya devam ediyoruz.

51-temmuz-14

Bir günlük bebeğimiz patlıcan. Patlıcanları henüz viyoldeyken erken dışarıya çıkarınca gelişemediler ve geç kaldılar. Neyse ki temmuz sonuna doğru atağa geçerek dala yaprağa büründüler, arkasından da iki haftadır döküp durdukları çiçekler meyve bağlamaya başladı.  Şu an boyları bir karışa yaklaşmış durumda, gayet hızlı büyüyorlar.

52-temmuz-14

Az daha unutuyordum. Nisan sonunda fideleri dikmeye gittiğimizde uzun süre sulama imkanımız olmayacağından fasulye ve mısır tohumlarını ekmemiştim. Temmuz başında gider gitmez ektik. Mısır da, fasulye de buranın yerli tohumlarından. Bir mısır, bir fasulye diyerek her ikisinden de yedişer kök ektik.  Dört gün sonra ilk yapraklarını çıkardılar, sonra da hızla boylandılar.

53-temmuz-14

Suyun yetersiz geldiği yerlerde çiçeğe kaçan rokalar ve helvacı kabağının yeşilden turuncuya çalan kabağıyla toprağı gölgeleyen yaprakları. Rokalar sonbahar tohumlamasını da yine kendileri yapacak.

54-temmuz-14

Biraz da yataklardaki çiçeklerden bahsetmeli. Diktiğimiz sebzelere faydalı kadife, fesleğen, reyhan, petonya gibi çiçeklerin değişik çeşitlerini ektik. Seneye latin çiçeklerini de ekleriz. Bizim ekmediğimiz yabani çiçekler de vardı aralarda. Çok çoğalanları seyrelterek aldık ama dengeyi ve çeşitliliği bozmadık.

55-temmuz-14

Diktiklerimiz arasında kadifelere ayrıca tutkunum. Kendilerine has kokularını sevmek sanırım çocuklukta bu çiçeklerle haşır neşir olmaktan geliyor çünkü öyle hoş denebilecek bir koku değil onlarınki ama kokuların mucizesi var; onlar derinlerde kalmış anıların kısa yolları. Bir anda yıllarca geriye, duru bir hafızayla dönmeyi mümkün kılıyorlar. Elime alıp oğuşturduğum anda çocukluğumun geçtiği mahallenin komşu bahçelerinde tura çıkıyorum. Sonra yıllarca uzak kalmışım bu çiçekten, yazık.

Böyle olunca, bir de nematod mücadelesinde işe yararlıkları tecrübelerle sabitken bize de çeşit çeşit dikmek kaldı. Buradakiler en bilinen formlarından. Çocukluğumda da en sık rastladığımız kınalı, sarılı olanlardan.

56-temmuz-14

Böyle portakal renkli olanları da çok sevdim; maşallahları var, patır patır açıp duruyorlar…

57-temmuz-14

Bunlar da limoniler. Açık konuşmak gerekirse diğerlerini tuttuğum kadar tutmuyorum onları. Ama eksik olsunlar istemem, az olsunlar ama olsunlar.

58-temmuz-14

Bunlar da sıcak sarılı ponponlar. Çiçekçiden aldığımda çiçekleri şimdikilerin üç misli iriliğindeydi. Şimdi sayıları arttı, dalları yaprakları arttı ama çiçekleri oldukça ufaldı. Tam istediğim boya geldiler. İlk aldığımda öyle iri oluşlarından da hoşlanmamıştım zaten. Böyle iyi oldu.

59-temmuz-14

Bunlar da kadifelerin en zarifi. Çok seviyorum onları. Sağ olsunlar, varolsunlar; tohumlarından da aynıları çıkar inşallah.

60-temmuz-14

İnşallah diyorum çünkü tohumdan çıkanlar aynı olmayabiliyor; örnek yukarıda. Düşen tohumlardan temmuzun ikinci haftasında kendi kendine çıkan bu kadife, ağustosun ilk haftasında küçük boyuna bakmadan çiçek açıverdi ama çiçeğinin yakınındakilerle pek ilgisi yok; o böyle olmayı tercih etmiş anlaşılan. Sürprizlerin böylesi güzel oluyor.

Ve böylece, tüm bu güzelliklerle, heyecanlarla, keşiflerle topraktaki ilk ayımızı geçirmiş olduk; daha doğrusu bir buçuk ayımızı. Sonraki yazıda da yapılan diğer işleri anlatırım. Ondan sonra karabatak gibi yine görünmeyiz bir süre, elektrik ve internet işimiz hallolana kadar. O iş de muhtemelen bir ay sonra olur, planımız böyle. Hadi hayırlısı…

Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

9 Responses to Havadis -temmuz 2014-

  1. çiğdem dedi ki:

    Bayıldım yazıya da fotoğraflara da. Sizinki gibi olmasa da şehirden uzaklaşma planları yaptığımız şu sıralar bizi motive ediyorsunuz. Sizden çok şey öğreneceğiz gibi görünüyor.

    Çiğdem

  2. taslibahce dedi ki:

    Teşekkürler, biz de yolun başındayız, doğrularımız da var,muhtemelen yanlışlarımız da. Sizin gibi takipçilerimizden gelen motivasyonla veya paylaşımlarımızın bir işe yaradığını görmenin şevkiyle devam ediyoruz. Yolunuz açık olsun…

  3. nalan dedi ki:

    çekin ve paylaşın lütfen. ben bakmaya doyamıyorum ki 🙂

  4. ygurbuz dedi ki:

    Yaptıklarınız çok ilham verici, kutlarım. Ben de çok küçük ölçekte benzer şeyler yapmaya çalışıyorum. Kolay gelsin.

  5. asmalıtepe dedi ki:

    bu sayfa da harika. Hele de sebze fidelerini deneme amaçlı sınırlı sayıda dikmeniz çok akılcı. İlk defa yapan ben, bir dikmeye 100-150 kök dikim yapmışım. Ne büyük hata. Herşey gibi tarım da deneye yanıla olmalı ki doğruyu bulalım ama işler yolunda gitmediğinde üzülmeyecek kadar az olmalıymış. karakılçık buğday başakları çok anlamlı..nesli tükenmeye giderken bir bilinçli elden emek alan şanslılar. Ben de size bu konuda bir söz vermiştim unutmadım. ilk fırsatta araştıracağım.
    herşey herşey çok güzel emekleriniize sağlık. ha bir şey daha tahta çitlerinize de bayıldım. onu ben de düşünüyordum.muhakkak sizin eserinizdir. ne kadar doğal ne güzel. Çatı tamiriniz de çok takdire şayan.

  6. murat menilik dedi ki:

    Selamlar sizinle tanısmak isterim bende bu konuda birseyler yapıyorum.

  7. taslibahce dedi ki:

    Merhaba 🙂

Yorum bırakın